6.3 C
Karabük
22 Aralık Pazar 2024

Zekeriya Öz'e yakalanacağını kim haber verdi

İmralı’ya gidişini niye yazdın?.. Şehit cenazesinin haberini yapmadaki amacın neydi?” sorularını sorup, “terör örgütü üyeliğinden” tutuklanmaya sevk edebilen bir “Cumhuriyet” savcısıydı o.

Onun polisleri de Ergenekon soruşturmasının 10. dalgasında tutuklanan Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan emekli Albay Mustafa Levent Göktaş’a şunları söylüyordu:

“Komutanım, Özel Kuvvetler ne iş yapar? Seferberlik Tetkik Kurulları ne iş yapar? İstihbarat yapar mı? Güneydoğu’daki faili meçhuller TSK’nın işi, biz bunu biliyoruz. General Bahtiyar Aydın ve Albay Rıdvan Özden’i, PKK’nın öldürmediğini biliyoruz. Komutanlarınız sizi operasyona ‘siz ölün’ diye gönderiyorlar. PKK’yı yok etmek için değil, ‘siz yok olun’ diye gönderiyorlar. TSK, PKK’yı kurdu, büyüttü ve besliyor. Ergenekon eşittir TSK’dır. Bize TSK’nın yasal olmayan bir fiilini gösteren bir olay, bir yer adı, bir general adı verin, bizimle işbirliği yapın, sizi buradan serbest bıraktıralım.”

Zekeriya Öz “paralel” operasyonları başladıktan sonra, “TSK çökertildi, TSK’nın eli kolu bağlandı… Terörle müzakere edenler dışarıda, mücadele edenler içerde” twittleri attığında, gözlerimin yaşarması bundandı!..

Ya yolsuzluk operasyonlarının Savcısı Celal Kara? “Asıl kıyamet duruşmalar başladığında kopacak, her şey ortaya dökülecek” diye meydan okuyordu.

“Zekeriya Öz ve Celal Kara kaçtı” diyorlar… “İlahi adalet tecelli ettiği” için sevinmemizi bekliyorlar…

Devletin Anadolu Ajansı sınır kapısından çıkış görüntülerini servis ediyor, iktidar medyası da kaçıştaki “muhbirin, yardım-yataklık edenlerin” peşinde. Şunları soruyorlar:

“Darbeci savcılar tutuklanacaklarını bir gün önceden nasıl öğrendi?.. Kaçak darbeci savcılar kaçmadan önce kimlerle irtibata geçti?..”

“Muhbiri” de hemen buldular; HSYK’daki paralelcilermiş…

“Muhbire” ne gerek!.. Soruşturma tamamlanıp, dosyaları Yargıtay’a geldiği anda tutuklama kararı verileceğini Ankara’da cümle alem biliyordu. Acaba ne oldu da Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı yakalama kararı çıkartıp, süreci veya kaçışı hızlandırdı, “gitmem” diyen Zekeriya Öz ve heyecanla duruşmaları bekleyen Celal Kara apar topar gitti?

EN ÖZEL SAVCI VE BAZI GERÇEKLER

Bu en “özel”, “misyon” yüklü savcıya ilişkin bazı olguları tekrar hatırlayalım:

“Kürt sorunu, Kıbrıs, Ermeni açılımlarını” yapamayan İktidar, ABD’ye “askeri vesayetten, ulusalcılardan” yakınıyor, “engel oluyorlar” diyordu.

2003’te 1. Ordu’da yapılan plan semireninin ses kasetleri 1 hafta sonra dönemin Başbakanı Gül’ün elindeydi.

AKP yöneticilerine, medyaya “darbe hazırlıklarına” dair mektuplar yağıyordu.

“Askeri vesayetin” üzerine gitmek için Gül’ün ifadesiyle “cesur bir savcı” gerekiyordu. Ergenekon soruşturmalarının başlangıcı olan Ümraniye’de bir gecekonduda çıkan bombalardan hemen sonra bulundu o “cesur savcı”.

Önce “ulusalcılar”, sonra TSK derdest edildi.

Ergenekon ve Balyoz süreçlerinin “faydalarını”, Gül’ün “fonksiyonunu”, Danışmanı Ahmet Sever 2012’de şöyle anlatmadı mı?

“Ülkenin sivilleşmesi, herkesin kendi rolüne dönmesi, herkesin kendi işini yapması, kendi alanının dışına çıkmaması konusunda hakikaten kararlı davrandı. Burada bir parantez açayım: Eğer bazılarının istediği gibi Abdullah Gül’ün yerine daha düşük profilli bir kişi cumhurbaşkanı olsaydı, bu süreç bu kadar başarılı olamazdı. Türkiye, bugünkü Türkiye olmazdı, olamazdı. Her şeyi kendisi çıkıp açıklayamıyor, ben de bazı şeyleri açıklamaya mezun değilim, ama şu kadarını söyleyebilirim: Eğer Abdullah Gül o sancılı sürecin sonucunda cumhurbaşkanı olmasaydı bütün bu gelişmeler, ilerlemeler o kadar kolay gerçekleşemezdi.”

Soruşturma kapsamındaki bazı isimlerin tutuklanmasını da bizzat Gül’ün engellediğini Danışmanı Ahmet Sever’in kitabından öğrenmedik mi; Ruşen Çakır gibi…

Kimbilir o süreçte bilmediğimiz, açıklanmayan, açıklanamayan daha neler oldu?

Ruşen Çakır demişken bir “kurtarma” olayına daha değinelim.

“Kumpaslarda” savcılar, polisler kadar etkili-yetkili bir diğer kurum TÜBİTAK’tı. 17/25 Aralık operasyonuyla başlayan Erdoğan-Gülen savaşından sonra buraya da el atıldı, nihayetinde sadece birkaç gün önce görevinden ayrılan Başkan Prof. Dr. Yücel Altunbaşak gözaltına alındı. Altunbaşak, aynı zamanda Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi’nin Bilim Kurulu başkanıydı. O gözaltındayken, 16 Nisan’da Zaman’da şöyle bir haber yayınlandı:

“Eski TÜBİTAK Başkanı Yücel Altunbaşak’ın gözaltına alınması, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü fena kızdırdı. Edinilen bilgiye göre Gül, kendisinin atadığı ve aynı zamanda hemşehrisi olan bir bürokratın ‘anlaşılmaz sebeplerle’ gözaltına alınmasına sert tepki gösterdi ve anında devreye girdi. Gerekli girişimlerde bulunan Gül, Altunbaşak mahkeme tarafından serbest bırakılana kadar avukatından sürekli bilgi aldı. Abdullah Gül’ün kendisinin yurtdışından getirdiği ve çok değer verdiği Altunbaşak’a ilişkin operasyonu, aynı zamanda kendisine yönelik bir hamle olarak gördüğü öğrenildi.”

Bunlar yalanlanmadığı gibi, Zaman’ın Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal da 3 gün sonra şunları yazdı:

“Eski Cumhurbaşkanı Gül’ün yakından hemşehrisi ve yakından tanıdığı bir isim Altunbaşak. Gül, gözaltına alınmasına isyan etti, kızdı. Telefona sarıldığı yayıldı kulislere. Savcının ismini öğrendi önce. Avukattan sürekli bilgi aldı. Altunbaşak, gözaltı süresi dolmadan adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk edildi. Ve oradan serbest bırakıldı. Yoksa ertesi güne sarksaydı, Gül’ün isyanı kamuoyuna yansıyabilirdi…”

Yazı şu “uyarıyla” bitiyordu:

“Gül’den, sadece yakından tanıdığı Altunbaşak’ın başına gelenlere değil, kim olursa olsun hukuksuzluklara, haksızlıklara maruz kalanlara karşı ayrım yapmaksızın isyan etmesi beklenirdi…”

Ünal’ın iddialarını da yalanlayan olmadı.

Zekeriya Öz, Ruşen Çakır, Yücel Altunbaşak örneklerinin sebebi; “Üstünlerin hukuku”na atıf içindir, başka bir kasıt veya ima yoktur!..

ÖZ’E GÖNDERİLEN 2 KİŞİ KİMDİ

İktidar-Zekeriya Öz ilişkisinde hatırlanması gereken önemli bir olay daha var:

17/25 Aralık soruşturmasından sonra Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğine atanan Öz, hakkındaki “Dubai’de tatil ve iki sene içinde 22 kez yurt dışına çıktığı” iddialarını cevaplamak üzere HSKY’dan aldığı izinle 8 Ocak 2014’te şu açıklamayı yaptı:

“Hakkımdaki bu iddialar Sayın Başbakan tarafından açıklanmadan önce Yüksek Yargı kökenli olan, daha önceden tanıştığım ve saygı duyduğum iki kişi bizzat Sayın Başbakan tarafından bana gönderilmiştir. Bursa’da bir otelde görüştüğüm bu kişiler Sayın Başbakan’ın bana çok kızgın olduğunu, hakkımda ağır laflar ettiğini, bir mektup yazarak kendisinden özür dilemem gerektiğini, hükümete yönelik soruşturmaların derhal durdurulmasını, aksi takdirde zarar göreceğimi ve bunun sonuçlarının benim için ağır olacağını, emniyete neden gittiğimi, bunun herkesi çok kızdırdığını söylediler. Tehdit niteliğindeki bu haberi getiren kişilere, soruşturmanın benim dışımda vicdanları ve kanunlar çerçevesinde görev yapan savcılar tarafından yönetildiğini, kaldı ki kuvvetli deliller nedeniyle bir çok şüphelinin tutuklandığını, kuvvetli deliller bulunduğunu, emniyet müdürlüğüne yeni atanan personelin şüphelilere sorulmak için hazırlanan soruları değiştirdiği yolunda bir ihbar yapılması üzerine gittiğimi ve sorulacak soruları kapalı zarf içinde mühürlü olarak teslim aldığımı, başıma gelecek en kötü şeyin ölüm olduğunu, görevim nedeniyle ölmem halinde de görev şehidi olacağım için bunun benim için şeref olduğunu ifade ettim. Bu cevabımdan sonra çok zarar göreceğim bana söylendi.”

O günlerde bu iki ismin Yargıtay Onursal Üyesi ve Kamu Başdenetçisi Nihat Ömeroğlu ile dönemin Yargıtay 13. Ceza Dairesi Başkanı, şimdinin Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit olduğu öne sürüldü.

İddialar üzerine her iki isim de Zekeriya Öz’ü tanıdıklarını, ailece görüştüklerini, 28 Aralık 2013’te Bursa’da biraraya geldiklerini, ama Başbakan Erdoğan tarafından görevlendirilmediklerini, aralarında kesinlikle böyle bir konuşma geçmediğini söyledi.

Buna dikkat çekmemin sebebi; Firardan sonra Ankara’da özellikle yargı çevrelerinde bu olay yeniden hatırlanır ve konuşulur oldu da ondan!..

Öz’ün firar ettiğinin anlaşılmasından bir gün sonra Erdoğan’ın Yargıtay Başkanı Cirit’le görüşmesi de aynı çevrelerin dikkatini epey çekti.

HERKES ORADAYDI

Erdoğan-Gülen savaşından sonra Ergenekon ve Balyoz kumpasları için de soruşturma başlatıldı. O soruşturmalara ne oldu, bileniniz var mı?

Mesela Ergenekon; İktidarın, “bize uzanır korkusuyla” kapsamın genişletilmesine karşı çıktığı, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Mesut Erdinç Bayhan’ın da dosyayı bırakmak zorunda kaldığı ileri sürüldü. Sonrasında da Savcı Bayhan’ın tayini çıktı.

Şuraya geleceğim:

Ergenekon davalarına müşteki sıfatıyla katılan Gazeteci-Yazar Abdurrahman Dilipak bugün, “Türkiye’nin bölgede Batı’nın askeri ve siyasi taşeronu olması isteniyor” diyor.

İsteyen kim; “Üst akıl”, yani emperyalizm. Dün de istiyordu, bugün de istiyor, yarın da isteyecek.

Asıl mesele şu:

AKP-Cemaat koalisyonuna her dönem bir düşman gerekiyordu. TSK, ulusalcılar, bürokratik oligarşi, monşerler, Deniz Baykal, MHP’liler…

Hepsi bertaraf oldu… Çok mesafe alınsa da Türkiye’nin “dönüşümü” tamamlanamadı…

Yeni bir düşman şarttı; Sıra geldi “kardeşi kardeşe” vurdurmaya!.. 17 Aralık’tan beri de bu “düşmanla” savaşı izliyoruz. Evet bir kavga var, ama kavga Türkiye’nin çıkarlarına dair değil, şahsi… Şahsi kavgadan kazançlı çıkan sadece “üst akıl”, kaybetmeye devam eden de Türkiye…

“Kardeş kavgasına” kadar gerçekleşen “dönüşümde”, Zekeriya Öz’ün “emekleri” unutulabilir mi? Onu Silivri’ye tıkmak herkes için büyük bir “risk” olmayacak mıydı?

Nihayet “kaçtı” da hep birlikte “kurtulduk”!..

Sahi, 17 Aralık’tan sonra o savcıları “kahraman” ilân eden CHP, bu firarlara ne diyor?

Zekeriya Öz’ü bilenler diyor ki;

“Bir ihtimal iktidarla anlaştı, kuvvetli ihtimal Erdoğan-Gülen barışı yakındır”…

Erken seçim üzeri yeni bir “düşman” da çıktı nasılsa; HDP…

Heyecanla koalisyonun akıbetini bekleyenler var; “Üst akıl” olsanız, herkesi “ipotek” altına alıp, Türkiye’nin derisini yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmişken, işi kim/kimlerle tamamlamayı tercih edersiniz?

Müyesser Yıldız

1386

Facebook Yorumları

Son Haberler