O zamanlar bir alkol firmasında yönetici olarak görev yapıyorum.
Biraz iş disiplinini sıkı tuttuğum için hem pek sevilmeyen hem de biraz çekinilen bir insandım.
Büyük hipermarketlerde, süpermarketlerde tedarikçi firmalar için çalışan, şirket ürünlerinin raflardaki durumunu kontrol eden, müşteriye kendi şirketinin ürünlerini öneren kızlardan biriydi.
Adı Pınar.
Promosyoncu kız.
Yıl 2005.
Bizim firmanın yüzlerce elemanından biri pınar.
Tanıtım elemanı da denir onlara, satış destek elemanı da denir, merchandiser da.
Ne kadar da sevmesem de, eğreti dursa da nedense promosyon elemanı olarak genellenirler genelde.
Pınar’da onlardan biriydi.
Üniversite okuyordu ve yaz aylarında para kazanacak bir iş arıyordu.
Güzel ve alımlı bir kızdı.
Antalya bölgenin iş başvurusuna katılıp, ben de onay vermiştim çalışması için.
Zaten kişisel önceliğim, iş olsun diye çalışmak isteyenler değil, daha çok ihtiyacı olanlar açıkta kalmasın diyeydi.
Neyse;
Büyük bir coğrafya da görev yapıyorum ve genelde nerede şirketin personelleri görev yapıyorsa ani baskın yapıp durumları kontrol ediyorum. Baskın dediğime bakma, despot bir durum değil, sadece habersizce denetliyorum diyelim.
O gün Antalya’da bir toplantım vardı.
Antalya’nın en büyük avm’lerinin yanından geçerken bi uğrayıp kontrol edeyim dedim, mağazada bizim firmanın elemanı vardır kesin.
Uğradım.
Rafların arasında kimseyi göremeyince orada gezinen güvenlik görevlisi birini aradığımı farkedip yardımcı olmak istedi. Pınar, yemektedir dedi.
Nerede yiyorlar bir bakayım diye yönelecektim fast food katına ancak, “Pınar dışarıda, mağazanın yanında banklarda yiyordur, boşuna fast food tarafına gitmeyin” dedi.
Çıktım dışarı.
Mağazanın deposuna doğru, tek tük genelde mağaza elemanlarının dinlenmesi için konulmuş bir bankta yalnız başına birşeyler yerken gördüm Pınar’ı.
O’na doğru yürüdüm.
Beni görünce irkildi, şaşkınlıkla yutkunmak arasında kaldı.
Ağzındaki lokmayı yutkunmaya çalıştı,
Toparlanmaya çalıştı.
Bank üzerinde, bir kap’ta evden getirdiği tostlardan birini yiyordu.
Yeni de başlamıştı sanırım.
“Kusura bakmayın, geleceğinizi bilseydim” dedi,
Aslında iş’ten çok, sanki evden getirdiği tostu yediğini gördüğüm için utanır gibiydi nedense.
Sanki bir mahcubiyetmiş gibi.
Lafını kestim hemen,
“Tamam tamam, boşver şimdi, bi tanesini de ben alabilir miyim” dedim. “Tabiki, ne demek, buyrun lütfen” dedi.
Ceketimi çıkardım, oturdum ve pınar ile pınar’ın tostlarından birini yemeye başladım.
Elbette amacım onun tostunu azaltmak değil, sadece kendini rahat hissedip karnını doyursun diyeydi.
Bak ben de bilirim bunu.
Şu, insanın, çok da normal birşey için kendini mahçup hissediyor gibi olma duygusu gerçekten kötü şey.
Bir ara genel durumu da sordum; “size verilen ücretler, yemek çekleri yetiyor mu?”
yetiyormuş.
Gerçi aslında, kim yeter der ki içten.
Ama gerçekten de mağazalarda çalışan satış destek elemanları genelde asgari ücretle çalışırken, sanırım o dönemde iki katı kadar ücret, yemek çekleri, yol giderleri, ikramiye v.s gibi bir çok ekstra imkan sağlıyorduk.
Neredeyse o büyük mağazalarının müdürleri veya müdür yardımcılarının aldığı ücrete yakın gibiydi.
Ama ne kadar olursa olsun, insan’da büyük bir sıkışıklık oluyorsa da nereye kadar yetecek ki.
Laf lafı açtı, biraz konuşturdum.
Tostu kendisi yapmış,
babası geçen yıl vefat etmiş ve annesi, abisi ve kendisi babasından kalan yüz binlerce lira borçla bir başlarına kalmışlar.
Aslan gibi kız, hem bir yandan okuyor hem de bulduğu boş vakitlerde çalışıyor, yemek için verilen ticketları bu ticketlarla alışveriş yapılan mağazalardan eve erzak almak için kullanıyormuş.
Bir insandan ne hikayeler çıkıyor işte.
Her birimiz ayrı ayrı kocaman hikayeleriz ya neyse.
Uzun uzun konuştuk.
Ben de sırça köşklerde büyümediğimi, hayata dair zor şartların beni de zamanında çokça vurduğunu anlattım.
Anılarımı anlattım.
Tostlar bitti, üstüne de birer çay aldım ve sigarayla çaylarımızı da içtik.
Öyle ya;
ben de lise yıllarım da bazen öyle parasız geçiyordu işte.
Kantinden birşeyler alamıyor, evden de bişeyler götürmüyordum.
Çekiniyordum nedense, okuldaki güzel kızlara, zengin arkadaşlarıma rezil olurum diye.
Bazı günler öyle aç geçerdi işte.
O yüzden iyi bilirim o tuhaf mahçubiyeti.
Ne hayatlar var değil mi?
Kimlerin ne dertleri.
Bir sürü insan var ortalıkta, o bir sürü insanın bir sürü sorunları.
Dertleri, hüzünleri, aşksızlıkları, parasızlıkları.
Daha neler neler.
Belki herkesin derdi para değil ama,
Yine de işte Pınar’da mağazada çalışan diğer bir sürü insan gibi fast food katında dilediğini yemek isterdi herhalde.
Neden istemesin ki.
İnsan neden öyle köşe bucak saklanıp atıştırmak ister ki.
Var işte herkesin bir hikayesi.
Bir çok insan da ne bileyim işte;
dertsiz tasasız, doğduklarında altın kundaklara sarılmış, sırça köşklerde büyümüş bir çok insan da, sırasıyla diğer bütün insanları alçaltıyorlar, küçümsüyorlar.
Varoşmuş ta, bilmem neymiş.
…
Ama hayat insana ne getirir belli olmuyor be…
Yıl 2016;
Pınar, o borç batak günlerini atlattı. Belki o günlerini atlatmasına, evden iş yerine götürdüğü tostların da sayesinde.
Şimdi, şu an Kalifornia’da silikon vadisinde, hatırı sayılı bir bilişim şirketinde buradaki aymazların tahmin dahi edemeyeceği ücret alıyor.
Yaşam standarları çok yüksek.
Doğum günlerimi es geçmiyor,
hal hatır sormaları yıllardır hiç bitmiyor.
Ara sıra şirkette evden götürdüğü sandviçlerin fotoğrafını atıyor whatsapp’tan ve yanına gülücük ekliyor.
Herşey değişiyor hayatta,
zaten bir anda değişir herşey.
Değişiyor değişmesine de;
insanları küçümseyen, alçaltan zihniyet hiç değişmiyor.
Evet;
evet her şey değişiyor değişmesine de;
bazı insanlardaki yavşaklık, hep baki kalıyor nedense.
ALINTI
2097