DOLUNAY
Toprak yağmur kokuyordu.
Muhacirleri karşı kıyıya taşıyan Laz tekneleri kırk kişi alabiliyordu. Görevliler bir, iki, üç, dört, kırk kişi sayıyor ve saydıkları insanları sırası gelen tekneye alıyorlardı.
Toprağın yağmur koktuğu o akşam vakti Rus zabitinin eli bilmem kaçıncı defa insanları işaret etti ve “kırk” dedi. En fazla yirmisinde olduğu halde yüz yaşındaki bir ninenin yüz ifadesiyle bekleşen bir kızcağıza denk gelmişti kırkıncılık.
Günlerdir gözyaşı dökmekten kıpkırmızı olmuş gözlerini kendisini işaret eden Rus zabitine çevirip ne olduğunu anlamak isterken üç dört asker iteklemişti onu sayılan diğer insanların arasına. Kız bağırıyor, feryat ediyor, ailesinden koparıldığını söylüyor ama derdini hiç kimseye anlatamıyordu. Ne subaylar anlıyordu Çerkesçe’yi ne de Laz gemiciler. Gemiye bindirilecek insanların seçiminde her zaman bu tür olayların olmasına alışkındı limandakiler.
Her seferinde birileri feryat figan ederek kopardı kıyıda kalanlardan. Tekneler bir sülaleyi alacak kadar büyük değil, hem bu işle uğraşılmayacak kadar çok insan bekliyor kıyıda. Bu hazin ayrılığı görmeye dayanamayanlar gözlerini kapatır, biraz sonra aynı felaket onlarında başına gelir. Aileler parçalanır, kardeşlerden biri biner, diğeri kıyıda kalır. Eşlerden biri bir tekneye biner, diğeri başkasına. Evlatlar analardan, sevdalılar birbirlerinden ayrılır. Bir yüreğin yarısı kıyıda kalır, diğeri denize açılır.
— Hepiniz aynı yere gidiyorsunuz. İstanbul’a vardığınızda birbirinizi bulursunuz, diyor kimileri.
Bu İstanbul nasıl bir yer? Bu kadar insanı alacak kadar büyük mü? Yoksa dalları yerde, kökleri gökte olan Tuba ağacı orda mı?
Yine aynı yürek parçalayıcı olay oluyordu. Sayılan kırk kişi tekneye itilirken gruptaki o genç kız çığlıklar atarak kıyıda kalan akrabalarının yanına gitmek istediğini söylüyordu. Kim bilir kaç zamandır karnını doyuracak birşeyler yiyememiş, zarif yapılı, ince, uzun, elbiseleri yırtık bir Çerkes kızıydı bu. Çerkesce bağırıyor, kendisini tutan kollardan kurtulup kopartıldığı kardeşlerinin yanına gitmek için çırpınıyordu. Limanda bir kıpırdanma oldu. İki üç genç kız kalabalığı yararak Rus zabitinin yanına gidip tekneye bindirilen kızı işaret ederek ağlamaya, bir şey anlatmaya başlamışlardı. Dillerinde merhamet kelimesi olmayan Rus askerleri itekledi onları. Ağlayarak yakalarına sarılan solgun yüzlü kadınlardan ve çocuklardan bıkmışlardı. Sayılan kırk kişi apar topar bindirildi tekneye ve Rus zabitinin eli bir başka tekneye doldurulacak kırk kişiyi saymak üzere kalktı.
Ayrılık dedikleri ölümden beter. İnsanın tanıdığı, bildiği, sevdiği şeylerin tümünden birden ayrılması ise adı konmamış bir azap çeşidi. Tekneye alınan kızcağız bu azapla kıvranıyordu. Akşamın laciverdinde çınlıyordu korkunç feryadı. Onun çığlığında koca bir mazlum milletin yürek acısı yankılanıyordu barut kokan dağlarda. Ay’ın denize düşen görüntüsünde o çığlık vardı. Yüreklerde o çığlık… Gözlerinden, görecekleri bir başka felaket için sakladıkları son gözyaşını döküyordu kıyıdakiler. Yüzler ümitsiz, yüzler korkulu… Ayışığı şahit o akşamın dehşetine. Bir de teknedekiler için kıyıdan uzanan bir zayıf el.
Çekilen çilenin tümü için, yeryüzünden adı silinen koca bir millet için bir kez daha yankılandı o çığlık. Tekneye zorla bindirilen o bahtsız kız güverteye çıkmıştı. Belki o da birçoklarının yaptığı gibi kendini Karadenizin soğuk ve karanlık kucağına bırakacaktı.
—Kardeşlerim, diye bağırdı ve gökdeki yaşanılanlara şahit olan dolunayı göstererek:
Ay’a bakın, çünkü ben nerede olursam olayım Ay’ın dolunay olduğu vakitlerde Ay’a bakıyor olacağım. Siz de nereye giderseniz gidin dolunaylı gecelerde Ay’a bakıp beni hatırlayın.
Kızın sesi kıyıda bekleşenlerin hıçkırıkları arasında boğuldu. Tekne gece karanlığında daha koyu bir renge bürünen denizde yavaş yavaş hareket etmeye, ardından ince bir iz ve bir sürü gözyaşı bırakarak kıyıdan uzaklaşmaya başladı.
İşte böyle…
Artık bende bakıyorum Ay’a. Yemen çöllerinde kumlara karışmış akrabalarımın, Karadeniz’in sularına gark olmuş bir dostun hatırası olan Ay artık bambaşka anlamlar taşıyor benim için.
Bu hastalık bende yeni başladı.
Öykünün Yazarı:Av. Hulusi ÜSTÜN
2590