Mahallemizde Ankaralı, Antepli, Maraşlı, Bayburtlu, Trabzonlu hatta Oflu dahi vardı. Kısacası her vilayetten Karabük’e, Karabük Demir Çelik Fabrikalarına çalışmak için gelen komşularımız vardı.
Komşularımız arasında Laz, Kürt, Alevi olanlar da vardı. Mahalle arkadaşlarımız arasında o Kürt, o Laz veya o Alevi diye hiç ayırım yapmadık.
Yalnız ara sıra kavgalarımız olmadı değil, kavga ettik. Genelde kavgalarımız yolun ortasında iki taş ile belirlediğimiz çift kale maçlarda olurdu. Tam maçın en kritik anında bir araba gelirdi çekilirdik kenara hakem olmadığı için top sende, bende kavgamız olurdu. Veya “O gol değil”, “Bal gibi gol” diye kavgalarımız olurdu. Başka kavga bilmezdik biz…
Biz hep beraber aynı mahallede oyun oynadık, aynı mahallede birlikte büyüdük. Mahallemizde bir arabanın ezdiği kedicik öldü diye hep birlikte üzüldük, ağladık.
Biz arkadaştık, mahalle arkadaşı…
Televizyon yoktu bizim çocukluk yıllarımızda, komşumuz Rıfat ağabeyimizin limon kasasından yaptığı küçük sahnede Hacivat Karagöz izledik.
Biz 18:15’de başlayan “Radyo Tiyatrosu”nu dinlemek için sokaktaki oyunu bırakıp eve koşa koşa giderdik.
Antepli Rabia Hanım teyzemiz vardı karşı komşumuz. Annesi ile birlikte yaşarlardı. Bembeyaz saçları vardı, yüzü melek gibiydi “Pamuk teyze” derdik annesine… Rabia teyze değil, “Rabia hanım teyze” derdik…
Hıdrellezi, hıdrellezde dilek tutmayı Rabia Hanım teyze’den öğrenmiştim.
*** *** ***
Biz arkadaştık, mahalle arkadaşı…
Komşuluk vardı o zamanlar, İyi günde, kötü günde hep birlikteydik. Komşumuzun sıkıntısı, üzüntüsünü taşırdık, bilirdik.
Komşularımızdan gelen hepsi apayrı güzellikte olan aşurelerin hala tadı damağımdadır.
Hangi birini anlatayım, hangisini yazayım bildiğim tanıdığım o güzel insanlara hepsini yâd etmek geldi içimden.
*** *** ***
Şimdi bakıyorum hayat bambaşka, insanlar bambaşka…
Geçen gün resmi adı Karabük Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi olan ve Karabüklülerin kısaca Şirinevler Hastanesi diye tanımladığı hastanedeydim. Hasta ziyareti dönüşü İmam Hatip Lisesi’ni geçince elinde baston olan, temiz giyimli 65-70 yaşlarında bir amca dur diye elini havaya kaldırdı. Tereddütsüz hemen durdum. “Beni çarşıya bırakır mısın” dedi. Tebessüm ederek kapıyı açtım, arabanın sağ koltuğuna güçlükle bindi.
Yücel Huzur Evi sakinlerinden olduğunu öğrendiğim amca ile kısa süren bir sohbetimiz oldu. Kendimi tanıtmadan önce “Amca huzurevi nasıl, size iyi bakıyorlar mı?” diye sordum. Allah bin kere razı olsun onlardan, bakıyorlar diyerek memnuniyetini dile getirdi. Ne iş yaptığını, nereli olduğunu sorduğumda gayet güzel anlatıyordu, konuşuyordu ama bir oğlu olduğunu söylerken sesi titredi, konuşamadı birden gözlerinden yaş geldi.
*** *** ***
Bugün böyle oldu “sevgili günlük” yazmak, anlatmak geldi içimden
Kasvetli bir hava var, yoksa havadan mı?
3019